Varoluş, Evrim, İnsan ve İslam
9561 kişi okudu  

ÖN MEKTUP
Ekteki yazımı, uygun görüldüğü takdirde derginizde yayınlanması dileğiyle gönderiyorum. Yazının asıl amacı evrimi tartışmak değil, insanın ve evrenin yaratılışının amacını tartışmak, bilimin bazı sorulara verdiği ce­vapların, hurafe karışmamış İslam ile çelişmediğini göstermek, İslamın insana, akla ve bilime verdiği önemi vurgulamak, Allah'ın büyüklüğünü anlamanın, O 'na hayran olmanın yolunun O 'nun eserlerini incelemekten geçtiğini göstermek ve O 'nun hayran olunacak ayetlerinden (eserlerinden) bir kaç küçük örnek vermektir. İslam 'a sokulan hurafelerin etkisiyle Müslümanlar, bilhassa günümüz Müslümanları araçları incelemeyi, ayetleri incelemeye tercih etmişlerdir. Bu nedenledir ki, günümüzün yobazları arasında sakalın büyüklüğü, Allah'ın büyüklüğünden önemli olmuştur. Çağımızın en cahil, en geri toplumları bir zamanlar dedeleri insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran İslam toplumlarıdır. Batı'nın Müslümanların elindeki kaynakları sömürmeye devam edebil­melerinin tek yolu Müslümanların bilime değil, sakala önem vermeye devam etmesidir. Fanatik düşünceler ve bunlara sahip olan yobazlar, kendileri farkında olmadan kaynakları sömürenlerce desteklenmektedir. Bi­lim ve teknolojide üstün olan diğer toplumlarca Müslümanların kaynaklarının sömürülmesi, topraklarının el­lerinden alınması, İslam'ın bilimden ziyade sakala inananların etkisi altında kalması, akılların şeyhlere, hu­rafelere kiralanması ile mümkündür.
 
Efendilik dönemini çoktan geride bırakan Müslümanlar, petrolleri bittikten sonra yarım uşaklık devrinden tam uşaklık devrine geçerken, ayetlerin incelenmesi emrinin (bilimin) önemi iyice anlaşılacak, fakat belki de iş işten geçmiş olacaktır. Çağımızın münafıkları ve günümüzün Lawrence'leri bilime sırt çeviren, bilerek veya bilmeyerek İslamiyet’in geri kalmasına; Batı uşaklığına devam etmesine yardımcı olan yobazlardır.
 
Bu yazımı dizi yazı olarak yayınlanması için Zaman gazetesine göndermiştim. Editör beni aradı, yazının ka­dınların, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmadığını iddia ettiğini bu nedenle İslam gerçekleriyle çeliştiğini söyledi. Bilimden uzaklaşmanın, Müslümanları nereye getirdiğini göstermek için bundan güzel bir örnek olamaz. Avrupa 'da bin yıl kadar önce, erkeğin ve kadının kaburga kemiğinin eşit sayıda olduğunu saptayan bilim adamının Kudüs'e kadar yürüyerek, gidip gelme cezasına çarptırılmasına neden olan küflü kitap­lardaki, küflenmiş kafalardaki bu Tevrat inancı İslam 'a mal ediliyordu. Editör böyle bir iddianın Kur' an' da yer almadığını bile bile inanışında ısrar ediyordu.
Aynı yazıyı bir de Cumhuriyet Gazetesi'ne gönderdim. Bu defa yazım yayınlandı fakat iznim alınmadan İslam'ı yücelten ayetler, kaynaklar ve yazının 3/5'ü çıkartıla­rak. Aydın Müslüman olmanın güçlüğünü görüyor musunuz? Fikirlerinizi anlatacak yeri kolay kolay bula­mıyorsunuz.
 
            Son günlerde yeni kurulan üniversitelere atanan tanıdığım iki rektörden birisi, çocuklardaki göz bozuk­luklarına ana-babanın harama bakmasının yol açtığını iddia etmekte, bu iddialarını hadislerle savunmakta­dır. Bilimden uzaklaşmak, aklı kiraya vermek bu düzeydeki Müslümanlarda bile İslam'ın esirgeyen,    bağışlayan Allah'ını kaldırmış, yerine günahsız çocuklardan intikam alan ilkel bir Tanrı inancı getirmiştir. Diğer rektör ise atoma inanmamakta "gözle görülmeyen her şeyi sadece Allah bilir" demektedir. Bayramda bir İlahiyat Fakültesi Bölüm Başkanı Profesör, bulunduğu tarikatta, aynı zamanda iki yerde bulunanlardan, Ankara 'da yatağın içindeki büyüyü bulmak için, Konya'dan getirttikleri bir meczup kadından bahsetti. Böyle bir din anlayışı İslam için ne derece zararlı ise İslam düşmanları için de o derece yararlıdır kanı­sındayım.
Aslında İslam'ın, onu parlak günlerine döndürecek, bilim ışığındaki çağdaş bir yorumuna en büyük engel yine Müslümanlardır. Örneğin, hac'cı yılda bir kere gerekli törenler yapıldıktan sonra dünyanın dört köşesinden gelmiş Müslümanların sorunlarının tartışıldığı, çözüm yollarının belirlendiği bilimsel kongre ola­rak yorumlamak, Kral'ı yönlendiren yabancı güçlerden önce, Kâbe' ye elli metre mesafede, kendine Kâbe’nin on katı yüksekliğinde saray yaptırıp, sarayında zemzemle yıkanan Kral'ın işine gelmez. Kuran' ı çağdaş yorumlamak O’ nu anlamaya vesile olacağından hurafelerle etrafını yönlendiren şeyhlerin işine gelmez. Öğrenmek ve düşünmek, kestirmeden cüppe giyip, zikir çekmekle cennete gideceğine inanan bugünün tembel Müslüman’ın işine gelmez.
 
Sayıları her gün artan şeyhlerin halkasında zikir ekenler, Kur 'an 'ı kendileri okusalar bileceklerdir ki " gü­zel sözler O'na yükselir, o sözleri de yararlı iş yükseltir". (Fatır 10). Yine Kuran okusalar göreceklerdir ki yararlı iş, insanı bu dünyada daha mutlu, İslam 'ı yüce, Müslüman’ı müreffeh yapan iştir. Örneğin, bazılarının yorumladığı gibi cami yaptırmak değil mantığın vardığı sonuç da budur. O camiler ki Resullullah'ın devrindeki işlevini zaten yitirmiştir. Bir meditasyon olmaktan çıkmış, borç kabul edilen namazı ödemek üzere acelece girip çıkılan, ara sıra da ölülerin yolcu edildiği mekanlar haline gelmiştir.
 
Müslümanların çoğunluğu bugün Allah' a değil kişisel çıkarlarına tapmaktadırlar. Kimileri Allah 'a götürdüklerine inanıyor gibi göründükleri araçları: sakalı, cüppeyi, namazı, kimileri rüşveti, dalavereyi yeni tanrıları olan kişisel çıkarlarına ulaşmak için kullanmaktadır. Devletin mumunu söndürerek, kendi mumunun ışığı al­tında kendi yazısını yazan Ömer, İslam topluluğu içinde bir garip yaratık gibi kalmıştır. "Yalnız sana inanır yalnız senden yardım bekleriz" de ki "Sen" artık Allah değil imkânlarından yararlanılacak insanlardır." Yaşamım da ölümüm de senin için" deki "sen" iktidar yolunu açan babalar veya cennet yolunu açtıklarını ileri süren şeyhlerdir.
 
Bütün bunlara rağmen İslam, insanlığın geleceği için tek ümittir. Fakat bugün uygulanmakta olan İslam değil, Resullullah'ın tebliğ ettiği ve o çağa göre yorumunu yaptığı, bizlerin de her çağda yeniden yorumlaya­rak geliştirip, yücelteceğimiz İslam 'dır bu.
 
Bazılarına göre Müslümanlığın geriliğinin nedeni şeriatla yönetilen, gerçek (!) İslam devletinin kurulamamış olmasıdır. Hangi gerçek? Kralın gerçeği mi, şeyhin veya mollanın gerçeği mi yoksa Kuran'ın gerçeği mi?
 
Sopayla da olsa insanların şeriata (!) göre yönetildiği Simdi Arabistan'dan petrolü çekin geriye ne kalır? İslam Allah'ın dini olduğuna göre onun müntesipleri de en müreffeh en mutlu insanlar olmalıdır. Buna göre ya bizler Müslüman değiliz ya da İslam diye bildiklerimiz bize tebliğ edilen değil.
 
Bazılarına göre ise dünya hayatı önemli değildir. Fakat İslam bu dünyanın insanlarına gönderilmedi mi? Neden, yararlı iş yapmak Kuran'da Allah 'ın birliğine inanmakla daima aynı cümlede ve neredeyse Kura­n’ın her sayfasında vurgulanan bir Müslümanlık meziyetidir? Yaratılışımızın amacı Allah'ın tekliğini ve bü­yüklüğünü anlamak ve anlatmak değil mi? Ve bu amaca bu dünyada ulaşılmayacak mı? Bu dünyası müref­feh ve mutlu olmayan, horlanan, dövülen, ülkeleri ellerinden alınan, gayrimüslimlerin yardımı olmadan yaşayamayan Müslüman, var oluşunun bu amacına nasıl ulaşacaktır?
 
Saygılarımla.
Nihat G. KINIKOĞLU


EVRENİN VAROLUŞU
 
Son on yılda uzay ve parçacık fiziğindeki bir­birini tamamlayan yeni buluşlar evrenin var oluşu konusundaki araştırmalara hız kazandır­mıştır. Bu iki fizik dalının bulgularına göre evren hiç yoktan, bir kuantum dalgalanması sonucu var olan sonsuz küçük, sıcak ve yoğun bir nokta­nın patlaması ile (Big Bang) yaklaşık 13 milyar yıl kadar önce meydana gelmiştir 1-3. Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah 'tır. O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak ol der ve olur (Bakara 117). Gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ...(Enbiya 30). Patlama sırasındaki radyasyonun izinin 1964 yı­lında deneysel olarak bulunmasından sonra bu kuram kuvvet kazanmış, buluş Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson adlı araştırıcılara Nobel Ödülü kazandırmıştır. Kuramın açıklanamayan bir tarafı, galaksileri meydana getiren kümelen­melerin nasıl oluştuğu, Nisan 1992' de, COBE uy­dusunun, uzayın bitiminde, başlangıçtaki küme­lenmelerin izi olduğu düşünülen bazı sıcaklık farklılıklarının saptaması ile açıklığa ka­vuşmuştur.
 
Büyük patlamanın başlangıcında bu günkü fizik yasaları geçerli değildir ve doğanın dört te­mel kuvveti bir tek kuvvet halindedir. 10-35 sa­niye sonra, galaksileri ve güneş sistemlerini bir arada tutan, atılan taşı yere düşüren kitle çekimi (yerçekimi) kuvveti diğer kuvvetlerden ayrılmış ve evren aniden genişleyerek portakal büyüklü­ğüne ulaşmıştır. 1 saniye sonra atomsal boyutta etkisini gösteren kuvvetli etkileşim adlı kuvvet, daha sonra elektronları ve ışığı yönlendiren elek­tromagnetik adlı kuvvet ve en sonra yine atomsal boyutta etkili olan zayıf etkileşim kuvveti adlı kuvvetler ayrılmış, maddeyi (nötronu ve proto­nu) oluşturan en küçük parçacıklar olan kuvark­lar ve leptonlar (elektron, pozitron) ve anti madde oluşmuştur. Bir kaç dakika sonra hafif elementler, iki milyar yıl şonra galaksiler ve kendi galaksimiz oluşacak ve güneşler ağır element­leri üretmeye başlayacaklar, 10 milyar yıl sonra güneşimizin etrafında dünyamız dönmeye başlayacak, 13 milyar yıl sonra güneşimizin etra­fındaki bu dünyada bütün bunların farkında olan insan var olacaktır. İlginç olanı, başlangıca ait tahminlerin, atomun parçacıklarının çarpıştırıldığı parçacık hızlandırıcılardan elde edilen bulgulara göre yapılmakta olmasıdır. Büyük patlamadan 1000 saniye sonraki duruma ait tahminlerimiz, patlamadan 13 milyar yıl sonra hızlandırıcılarda yaptığımız gözlemlere uymakta, uzay bilimi ve atom parçacıkları bilimi birbirlerini bu denli ta­mamlamaktadır 4-6.


Şekil 1. Cobe uydusunun saptadığı, "Tanrı'nın EI Yazısı” başlık­ları ile bilim dünyasına duyurulan uzayın sonundaki sıcaklık fark­lılıkları. Bu farklılıklar galaksilerin oluşması için yeterli yoğunluk farklılıklarının başlangıçta var olduğunu ortaya koyarak, büyük patlama kuramının doğruluğunu kanıtlamıştır.

 
CANLININ VAROLUŞU
 
Yaklaşık 3.5 milyar yıl önce ilk canlının (kendi yapısına ait bilgiyi bir sonraki nesle, bilgide değişikliklere olanak verecek şekilde aktaran ilk varlığın) oluşumu hakkında bilim adamlarınca öne sürülen kuramlar içinde en kabul görenler, silisyum dioksit kristallerini (balçık) hesaba kat­maktadır. İlk canlının silisyum dioksit kristalleri olduğu veya organik yaşamın amino grup asitlerin ve nükleik asitlerin silisyum dioksit kristallerinin dislokasyonlarına (atomlarının dizilim kusurların­da) yerleşmesi ile başladığı ileri sürülmektedir 7-8.
 
Bir bilim adamına göre, hayatı oluşturacak şekilde evrendeki atomların tesadüfen bir araya gelmesi, bir hurdalıkta fırtına sonucu parçaların bir araya gelerek bir Boeing 747 oluşturması gibidir 9. Buna rağmen gerçek olan, değerleri değişmeyen O'nun katında her şey bir ölçüye göredir (Ra’ d 8), Herşeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen (Furkan 1,2) dört temel kuvvetin etkisiyle, başka bir müdahale olmadan oluşan evrende, yine bu kuvvetlerin etkisiyle ve hiç bir müdahale olma­dan ilk canlının meydana gelmesidir.
 
Bugün, nesilden nesile kopya edilen canlıya ait bilgi, canlıların her bir hücresinin çekirdeğinde bulunan kromozomlardaki DNA molekülleri tara­fından taşınır. Bu moleküller kitap harfleri gibi birbiri arkasına dizilmiş dört farklı nukleosit ile (adenine, guanine, cytosine ve thymine) canlıyı tanımlarlar. İnsanın bir tek hücresindeki insanı tanımlayan nukleosit asitlerin sayısı üç milyar ci­varındadır. Bütün hücrelerindeki DNA iplikçikle­ri bir kibrit kutusuna sığar fakat arka arkaya ekle­nerek açıldığında dunyadan aya dört yüz defa gi­dip gelecek uzunluktadır 10.


Şekil 2. Güneş sistemi bundan 4.5 milyar yıl kadar önce bir gaz ve toz bulutunun yoğunlaşması ile başladı (a,b). Organik maddeler göktaşları ile taşınarak (c), atmosferde (d), deniz ke­narındaki gel-git (med-cezir) göllerinde (e) veya denizlerin derinliklerinde­ki ısı kaynaklarında (f) meydana geldi. Bu kimyasal maddeler birleşerek proteinler ve nükleik asitler gibi daha karmaşık mole­külleri oluşturdular (g). 3.5 milyar yıl kadar önce fotosentez ya­pabilen mikroplar meydana geldiler (h). Bu ilkel organizmalar sığ denizlerin kıyılarında stramatolitler tepecikleri oluşturdular (i).

Bundan yaklaşık 4-5 milyar yıl önce meyda­na geldiği sanılan ilk kendi kendini kopya eden DNA'nın nükleositlerinin diziliminde nesilden nesile oluşan rast gele değişiklikler (mutasyon) ve bu değişiklikler sonucunda meydana gelen bir öncekinden çok az farklı; birbirine benzeyen ve ben­zemeyen (En' am 99), yeni canlılardan çevreye da­ha iyi uyanların daha hızlı çoğalmaları, yani doğal seçim sonucu bugün var olan insan dahil bütün canlılar meydana gelmiştir 11.



Şekil 3. Bir bakteri virüsüne ait DNA'nın kendi kendini kopya aşamasında elektron mikroskobu ile çekilmiş resmi.
 
İNSANIN EVRİMİ
Kuran, insanın balçıktan; And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık (Mü' minun 12) ve sudan; Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır (Nur 45), in­sanı sudan yaratarak ... (Furkan 54) yaratıldığını söy­ler. İncil insanın yaratılışından bahsederken, Onu kendi şeklinde balçıktan yarattı sonra burnuna üfleyerek ona can verdi 12 der. Kuran'da yaratılışı anlatan ayetlerden insana belirli bir şekil verildikten sonra can verildiği anlamını çıkartmak mümkün değildir, aksine şekil vermenin yaratılıştan sonra olduğu anlatılmaktadır. O yaratıp şekil vermiştir (A'la 2), And olsun ki, sizi yarattık sonra şekil verdik (A'raf 11), Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil ve­ren... (İnfitar 5,6). Buna rağmen Müslümanlar ara­sında yaygın olan yaratılış inancı, kadınların er­keğin kaburga kemiğinden yaratılmış olması efsa­nesi dahil, Hıristiyanlarınkine benzer.
 
İnsanın Evrimi Kuran' da; sonra onu başka bir yaratık yaptık (Mü'minun 14), ve; sizi merhalelerden geçirerek O yaratmıştır (Nuh 14), sonunda seni in­san şekline koyanı mı? İnsanoğlu bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş mi­dir? (İnsan 1) gibi ayetlerden anlaşılmaktadır.
 
İki ayak üzerinde dolaşan insan benzeri can­lılar ilk defa 10 milyon yıl kadar önce görülmeye başlamıştır. Fosiller birçok türün uzun süre bera­berce var olduklarını, Homo sapiens neandertha­lensis, Cromagnon türleri ile insanın atası olarak kabul edilen, vücutça da onlardan üstün kıldığı (A'raf 68-69) Homo sapiens'in bundan 50 bin yıl kadar önce beraberce yaşadıklarını göstermekte­dir 13,14.
 
İlk insan, bir mutasyon sonucu kabilesi içinde ona insan adının verilmesine neden olan özelliği kazanan Homo sapiens sapiens, kutsal ki­tapların deyişiyle Adem'dir. Son yıllarda genetik çalışmalardan elde edilen bulguların, fosiller ile elde edilen bulgulara önemli katkıları olmuştur. Bazı genetikçiler, bebek doğumundan sonra atılan sonlardaki hücrelerin mitochondrialarının mutas­yon hızına bakarak dünyadaki bütün insanların tek bir annenin çocukları olduğunu ve bu anne­nin yaklaşık 200.000 yıl önce Kuzey Batı Afrika­'da yaşadığını iddia etmektedirler 15. Kuran'a göre İnsanın evrimi devam etmektedir. Karar­laşmış... ve kararlaşmakta olan (En' am 98).
Evren'in ve kendinin var oluş ve nedenini sorgulayan insanın, müdahale olmadan ve evrimle meydana gelmiş olması hayranlık uyan­dırıcıdır. İnsanın yaratılışına kadar geçen milyar­larca yıl, bu tür bir var oluşun görkeminden hiç­bir şey kaybettirmediği gibi, zaman boyutlarının kapsayamadığı yaratıcının büyüklüğünü ortaya koymaktadır.


Şekil 4. Modern insan ve bir zamanlar dünyada beraber olduk­ları,  nesilleri tükenmiş Neanderthal ve Cromagnon türleri.


Şekil 5. Sadece işini görmekle kalmayıp kendi kendini de  kopya ederek çoğalan mükemmel makine, alın yazımızın harfleri:
Adenine, thymine, guanine ve cytosine ve onun kelimeleri olan
DNA moleküllerinin yer aldığı hücremiz.
Sol tarafta ilk insanın var oluş zamanının
belirlenmesinde kullanılan mitochondria.


GÖZLEMCİ
 
Yirminci asrın en önemli buluşları olan Görelilik ve Kuvantum kuramları gözlemleyicinin var­lığı esasına dayanmaktadır. Öyle ki atomsal boyuttaki varlıkların parçacık mı yoksa dalga mı olduğu gözlemciye bağlı olarak değişmektedir 16. Var olabilmek ancak varlığın bilinçli bir gözlemi ile mümkündür. Kuran'da: ve Adem'e  bütün adları öğretti (Bakara 31) derken (kendisine varlıkların farkında olmanın öğretildiği kastedilen insanın, bu yeteneği dolayısıyladır ki atom da, galaksiler de, Evren de ve Tanrı da var olmuştur.
 
Hinduizmde heceye, om' a tapılmasının nede­ni de budur. Çünkü gözlemlenerek ad verilme­miş (hecelenmemiş) her şey, "yok" tur.
 
Evrenin var oluşunu inceleyen bilim adamları çeşitli kuramları ileri sürerken sonunda "Neden her şey yoktan var oldu?" demekten kendilerini alamamaktadırlar. Bu soru ve sanki hayatın oluşması için belirlenmiş, en ufak bir farklılığı hayatı barındırabilecek bir evrenin oluşmasını en­gelleyecek fiziksel sabitler açıklanamamakta­dır 17,18. Yale Üniversitesi'nden Prof. L. M. Krauss' a göre evrenin var olabilmesi için bütün koşulların bir araya gelme olasılığı bir insanın güneşin içindeki atomların sayısını bilme olasılığı ile aynıdır. Neden bu kadar şanslıyız? Bu inanıl­maz tesadüf var oluş için insanın bir varsayımı (anthropic principle) çağrıştırmaktadır: Evren bu şekildedir çünkü, bu şekilde olmazsa onu göz­lemleyen insan da olmazdı.
 
Kur' an' a göre yaratılışın bir amacı vardır. Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık (Enbiya 16). Bu amacı şu hadis-i kutsi açıklamaktadır: Bilinmek istedim varlıkları yarattım 19. Kur' an, birçok yerinde Allah'ın büyüklü­ğünün anlaşılması için O'nun ayetlerinin, varlıkların incelenmesini, diğer bir deyişle adlandırıl­masını ister. Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz? (Zariyat 20), Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelme­sinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemi­lerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, yeryüzüne yaydığı canlılarda rüzgârları ve yerle gök arasında asılı duran bulutları döndürme­sinde, düşünen kimseler için deliller vardır (Bakara 164). Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmişizdir. Şüphesiz bunlarda Allah'ın kudretine işaret vardır (Şuara 7,8). Bilhassa Evrenin yaratılışının incelenmesini ısrarla vurgu­lar, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için şüphesiz deliller vardır. Onlar göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (Al' i İmran 190,191), Ey İnsanlar! Sizin yaratılmanızda ve canlıların yeryüzünde yayılmasın­da, kesin olarak inanan kimseler için ibretler vardır (Casiye 5). Çünkü Allah'ın büyüklüğü, gözlemci­nin sırlarını çözme izni aldığı; göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına ver­miştir (Casiye 13). Doğanın, evrenin incelenmesi ile anlaşılacaktır*.
 
Gözlemci, var oluşunu ve varlıkları inceleyen ve varlıklara ad vererek onları yeniden yaratan insandır. O gözlemci ki okuması ve yazması (bil­gisi) ile Allah'ın halifeliğini yüklenmiş, ad vererek O'nu da var etmiştir. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir (Alak 3-5).


Şekil 6. Gözlemcinin uzayın sırlarını çözmek için geliştirdiği COBE uydu teleskopu ve bu teleskopla çekilmiş, içinde bizim güneşimizin de yer aldığı, 200 milyon güneşli Samanyolu Galaksisi.
 
EVRİMİN İKİ PARADOKSU
 
İnsan beyni (1015) bit kapasitede, yani bugüne kadar yazılmış bütün kitapları depolayabilecek bir kapasitededir ve insan bugünkü yaşamını sürdürmek, problemlerini çözmek için beyin kapasitesinin çok küçük bir kısmını kullan­maktadır 20.
 
Evrim kuramının Darvin' in de kabul ettiği bir paradoksu, bu kapasitede bir beyine neden ihti­yaç olduğu, evrimin, kuantum fiziğini yorumlaya­cak bir beyni neden geliştirdiğidir.
 
İçinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi orta boy bir galaksidir ve 200 milyon kadar yıldı­za sahiptir. Evrene, her biri on binlerce ışık yılı ça­pında ve birbirlerinden milyonlarca ışık yılı uzaklıkta, milyarlarca galaksi serpilmiştir**. Orada,
 
 
kuvasarlar 100 milyar güneş kadar ışık saçmakta; kuvasarların merkezlerindeki, zamanın durduğu tekliğe açılan kara delikler güneşleri yutmakta; galaksiler çarpışmakta; saniyede binlerce defa dö­nen, bir çay kaşığı dolusu yüz milyar ton gelen nötron yıldızları uzaya X ışınları saçmaktadır­lar. Gözlemlenebilen evren, bulunması gereken maddenin ancak yüzde onunu oluşturmakta, yüzde doksanını oluşturan karanlık madde (dark matter) her ne ise bugün için görülememekte, saptanamamaktadır 22.
 
Evren'in insanın var olması için meydana geldiği varsayımı şu ikinci paradoksla karşılaşmaktadır: Neden bu inanılmaz büyük­lüklere ihtiyaç vardı?
 
İslamiyet'in gözlemciye verdiği Allah'ın ayet­lerinin incelenmesi görevi her iki paradoksa da bir yanıt vermektedir. Ayetleri inceleyebilecek ka­pasitede bir beyin ve bu beynin sahibini bildikçe daha fazla hayranlıklar içinde bırakan, hepsi de hareket (evrensel dans) halindeki; yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tespih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur; fakat siz onların tespihlerini anlamazsınız (İsra 44) muazzam bü­yüklükler ve muazzam küçüklükler. İslamiyet'te yaratılışın amacı Yaratıcı'nın varlığının bilincinde olmak, O'na hayran olmaktır. Allah'ın ayetlerinin incelenmesi (müspet ilim) emrinin nedeni de budur. Dinler, peygamberler, kitaplar ve emirler her biri amaca ulaşmadaki etkinlikleri derece­sinde önemli birer araçtır ve İslamiyet, yaratılışın amacına ulaşanlara (araçlarına ulaşanlara değil) en büyük ödülünü vaat etmiştir, Allah'tan başka tanrı olmadığına inanan Cennet'e girecektir 23,24.


Şekil 7. Duygularımızın ve galaksilerden atomlara kadar bütün bilgilerin merkezi ve yönlendiricisi, birbirlerine binlerce noktadan irtibatlı beyin hücrelerimizin elektron mikroskobu ile çekilmiş fo­toğrafı. Bugünkü teknoloji ile, bir insanın beyin hücrelerinin ara­sındaki bağı kurmak için gerekli kablo ağı, bütün Türkiye'yi yedi katlı bir apartman yüksekliğinde kaplayacaktır.


Şekil 8. Evrendeki milyarlarca galaksinin yapı taşları yıldızların doğumu ve ölümü.
 
Galaksilerdeki büyük gaz ve toz bulutları yıldızların doğum yerleridir, gaz ve toz bulutları kendi kitle çekimleri etkisiyle çökererek yıldızları meydana getirirler.
Güneşin onda bir kitle­sine sahip bir yıldız sıkıştırdığı hidrojen atomların birleşmesi için yeterli kitle çekimine sahip değildir, bu nedenle enerji açığa çıkarmaz fakat kitle çekiminin sıkıştırması ile ısınır. Kara cüce adı verilen, güçlükle görülen bu yıldızlar galaksilerin kitlesinin büyük bir kısmını oluştururlar.
Güneş kitlesindeki bir yıldızın kitle çe­kimi etkisi hidrojenin çekirdekleri birleştirecek güçtedir. Birleşme­nin başlangıcında açığa çıkan ene_inin fırlattığı toz ve gaz bulutla­rı kendi aralarında kümeleşerek gezegenleri oluşturur. Yıldız hidrojenini yakarak helyuma dönüştürür (hidrojen bombasının ener­jisi). Helyuma dönüşen çekirdeği çökerken dış kısmında birleşmeye devam eden hidrojen tabakası genişleyerek yıldız,"kızıl dev” haline gelir.
Hayatının yarısında olan Güneşimiz 4.5 milyar yıl sonra genişlediğinde çevresi dünyamıza ulaşacaktır. Hidrojen bitince helyum çökerek birleşir ve karbona dönüşür. Etrafındaki tabaka yavaş yavaş uzaklaşırken yıldız soğur ve beyaz cüce diye adlandırılan bir dev elmas halini alır.
On güneş kitlesine sahip bir yıldızda
Birleşme helyumu da geçe­rek demiri oluşturana kadar devam eder. Demir birleşme ile e­nerji açığa çıkarmaz aksine yutar. Bu nedenle yıldız demire dö­nüşür dönüşmez enerjisi tükeneceğinden kitle çekimi aniden et­kisini göstererek bir saniyeden kısa bir sürede yıldızı süper yoğun bir kitle haline çökertirken dış tabakası büyük bir patlama ile uzaya saçılır
Bir milyar güneş parlaklığında bir süpernova meydana gelmiştir.
Kollarını vücuduna yaklaştıran bir buz pa­teni göstericisi gibi merkez kısmı çöktükçe dönmesi hızlanır ve saniyede binlerce defa dönen bir nötron yıldızı haline gelir.
Yıldızın kitlesi otuz güneş kitlesinden fazla olunca hidrojenin yan­ma enerjisi bile    kendi kitle çekimini karşılayacak güçte 'olmadı­ğından yıldız kendi üzerine çökmeye devam ederek evrenden dışarı açılan bir kapı, bir kara delik haline gelir.


Şekil 9.Bir mevlevi gibi kollarını açmış dönen, her biri milyarlarca güneşten oluşan iki galaksi.
 
İNSANLIĞIN SONU
 
Ay yavaş yavaş dünyamızdan uzaklaşmakta, günler uzamaktadır. 10 milyar yıl kadar sonra 50 saate ulaşacak gün, yaşamı oldukça zorlaşa­caktır. Samanyolu galaksimiz ve Samanyolu'ndan bir kaç defa büyük en yakın komşu galaksi And­romeda saniyede 125 km hızla birbirine yak­laşmaktadırlar. 5-10 milyar yıl sonra Andromeda galaksimizi yuttuğunda, dünyamız varlığını sür­dürse bile üzerine yağan göktaşları yaşamı bitire­cektir. Bunlardan daha önce, 4,5 milyar yıl kadar sonra bir kızıl dev haline gelecek olan Güneşimiz dünyamızı yutacaktır.
 
Fakat en güçlü ihtimal, bütün bunlar gerçek­leşmeden önce canlıların bir gök taşının dünyaya çarpması ile yok olmasıdır.
 
Kümeleşmemiş bir gezegenin parçaları olan, Jüpiter ile Mars arasındaki bir kuşakta yüzen, ba­zıları birbirleriyle çarpışarak dünyanın yörünge­sinden geçen asteroitler içinde, dünyaya çarp­tığında bütün canlıları yok edecek 20-30 km ça­pındakiler bulunmaktadır. En dıştaki gezegen Pluto' dan uzak bölgelerden gelerek Güneş' in etrafından geçip, yine uzaklara giden binlerce ko­metten birisi olan Swift-Tuttle 2126 yılında Dün­ya'nın çok yakınından geçecektir. Dünya'ya her on yılda bir, bir kamyon büyüklüğünde gök taşı düşmekte atmosferde yanarak yok olmaktadır. 1908'de Sibirya'da Tunguska'ya düşen bir ev bü­yüklüğündeki asteroid 7 km yüksekte patlayıp dağıldığı halde, 80 km uzakta yangın başlatacak derecede sıcaklığı artırmıştır. Bir tepe büyüklü­ğündeki gök taşları her beş bin yılda bir, Swift­Tuttle gibi 4-5 km çapındakiler 10-30 milyon yıl­da bir, dünyaya düşmektedirler ve 5 km çapında bir göktaşının düşmesi tüm insanları yok etmek için yeterlidir (25). Güneş sisteminde Jüpiter ve Satürn gibi iki kitlesi Dünya' dan çok büyük iki bekçi gezegenin olması bizi küçük, büyük bin­lerce gök taşının düşmesinden korumaktadır.



Şekil 10. Her gün yirmi ton kadar kum tanesinden küçük meteoridin (atmosferi geçerek Dünyaya ulaşabilen taş veya metal par­çaları) düştüğü dünyamızın yörüngesinden geçen Icarus, Adanis, Apollo gibi büyük kometler ve 14 Ağustos 2126 günü yörünge­den geçecek Swift-Turttle kometi beklenmedik ziyaretçilerimiz olabilirler.
Dünyamıza çarpma ihtimali onbinde bir olarak tahmin edilen Swift-Turttle'in yörüngesi bu günden dikkatle izlenmektedir.
 
Kuran bu yönden yorumlanacak olursa, İn­sanlığın yok oluşunun bir göktaşının çarpması ile meydana geleceği izlenimini ediniriz; üzerinize du­mansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderilir de kurtulamazsınız (Rahman 35), gök yarılıp da gül gibi kızardığı zaman (Rahman 37). Swift-Tuttle gibi at­mosferden geçerken yüzeyi ergiyecek bir gök­taşının kaldırdığı ve kızarttığı toz, atmosferi yıllar­ca kaplayıp hayatı yok edecektir. Gezegenler bü­yüklüğünde, büyük bir gök taşının çarpması dün­yanın dönme hızını bile etkileyebilecek dağlar sa­vrulacaktır. Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalan­dıkça ufalandığı, toz duman haline geldiği zaman (Va­kıa 4-7), gök, o gün, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa döner (Mearic 8,9).
 
VE EVRENİN KAÇINILMAZ SONU BÜYÜK ÇÖKME
(BIG CRUNCH)
 
Bütün bu varsayımlardan hangisi gerçek­leşirse gerçekleşsin evren de ölümü tadacak, bilimin en yaygın görüşüne göre, teklikten gelen ve bu gün için genişlemekle olan evren, 10 milyar­larca yıl sonra kitle çekimi kuvvetinin etkisi ağır basınca kapanacak ve ilk başladığı durumuna, tekliğe dönecektir 25. Göklerde ve yerde ne varsa ister istemez O'na teslim olmuştur, O'na döneceklerdir (Al'i İmran 83). Son yıllarda evrenin sürekli genişlemekte olduğu görülmüş evrenin sonsuzlukta sönerek kaybolacağı ileri sürülmüştür26.
           
1 J. J. Halliwell, Quantum Cosmology and the Creation of the Universe, Sci. Am., Dec. 1991.
2 R. Gore, Universe, National Geographic, June 1983.
3 R. Gore, The Planets, National Geographic, Jan., 1985.
4 Four Fundamental Forces, Inside Science, New Sci., 18.11.1988.
5 J. Horgan, Universal Truths, Sci. Am., Oct. 1990.
6 D.N. Schramm and G. Steigman, Partical Accelerators Test Cosmological Theory, Sci. Am., June 1988.
7 A. G. Cairns, Seven Clues to Origin of Life, Cambridge Uni­versity Press, 1985.
8 N. Henbest, H. Couper, Life and the Universe, New Sci, 18 March 1988.
9   J. Horgan, In the Beginning, Sci. Am., Feb. 1991.
10 R. Gore, National Geographic, Sept., 1976.
11 Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W.W. Norton Company, 1987.
12 İncil, Ahdiatik, Başlangıç (Genesis).
13 E.A. Hoebel, Anthropology: The Study of Man, McGraw Hill Company, 1972.
14 C.B. Stringer, The Emergence of Modern Humans, Sci. Am., Dec. 1990.
15 M.H. Brown, The Search for Eve, Harper and Row, 1990.
16 Jim Baggott, Beating the Uncertainty Principle, New Sci., 15 Feb. 1992.
17 A. Tipler, Born-Again Physics, The Economist, 23 Feb-l March 1991.
18 Mary Midgley, Can Science Save its Soul?, New Sci., 1 Aug. 1992.
19 İsmail Hakkı Bursevi, Tasavvufa Dair Kırk Hadis, Rahmet Yayınları
20 D. Haarer, Molecular Computer Memory, Nature, 23 Jan, 1992,
21 M.J. Rees, Black Holes in the Ga1actic Centers, Sci Am., Nov. 1990.
22 A. Krauss, Dark Matter in the Universe, Sci Am., Dec. 1986.
23 Ahmed Davudoğlu, Sahfh-i Müslim Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Neşriyat A. Ş. İstanbul, Cilt 1, Hadis 52, 1977.
24 Sahih-i Buhari, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Sayı 123-1, Cilt: 4, Hadis 617, 1972.
25 S. Begley, The Science of Doom, Newsweek, 23 Nov. 1992.
26  Bak Google expanding universe
           
*Acı olan, varoluşun ve doğanın incelenmesi emrini veren bir dinin mensuplarının bugüne kadar sadece bir tek Nobel ödülü almış olmaları (Abdüsselam, Pakistan) ve her yıl ülkelerin birçoğunun tek başına, bütün İslam ülkelerinin toplamından da­ha fazla bilimsel yayın yapmasıdır.
 
**Uzayda mesafe ölçülerinden birisi ışık yılıdır. Dünyanın çev­resini bir saniyede 6 defa dönen ışığın bir yılda gideceği uzak­lık bir ışık yılıdır.
 


   
Ekleme: 27 Ekim 2009, Salı 9561 kişi okudu  
 
 
  Yorumlar Henüz ( 1 ) adet yorum bulunmakta  
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 05 Kasım 2009, Perşembe  
Onurlu aydın üstüne, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Hürriyet, 28021994 Aydın, her şeyden önce onur timsali insır. Aydında iman ve bilgi, kaynaşarak onura dönüşür ve çevreye bir ışık halinde etki eder. Bu bakımdan aydın olmak için tek başına ne bilgi yeterlidir, ne de inanç. Aydınlık kavramı; inanç, bilgi, cesaret, hizmet gibi öğelerin kucaklaşma noktasında vücut bulan yaratıcı bir değerdir. İslam düşünce dilindeki irfan ve ondan türeyen arif kelimeleri gerçek aydınlık ve gerçek aydın kavramlarını çok güzel ifade ediyor. İrfan kuru ve yığma bilginin ötesine geçmiş, sonsuzu yakalayan idrake dönüşmüş şuurlu bilginin adıdır. Bu bilgiye sahip olan arif ise varoluşun en şerefli elemanı halinde çevresine rahmet ve bereket saçan sonsuzluk eridir. O, her an yeni bir erişte olduğu için, onun belirgin vasfı eskiye, kokuşmuşa karşı çıkmaktır. Arif, kutsal isyanın kararlı yolcusudur. Bağdatlı cüneyde: "Arif kimdir?" diye sorduklarında şu ölümsüz cevabı vermiştir: "az önce burdaydı, gitti." yani, arifi tanımlamak mümkün mü? O her an yeni bir oluşta. Yakalayamazsınız ki, tanımlayabilesiniz... Aydını, osmanlıcadaki şekliyle münevver diye anan ve her anışta ona "haysiyetli" sıfatını ekleyen aziz gönül dostumuz Dr. Agah Oktay Güner, çok sevdiğim bir aydın tanımı yapmıştı Ankara’da bir toplantıda. kendi kullığı sözcüklerle aynen şöyle: "haysiyetli münevver o kimsedir ki, bir bilgi ve şuur birikimini imana dönüştürür ve bu imanı müdafaa için kendini riske atabilir." Her sayısı bir "şuur olayı" olan İslami araştırmalar dergisinin 7. Cilt 1. sayısında yer alan varoluş, evrim, insan ve İslam adlı yazıyı okurken Agah Oktay beyin "haysiyetli münevver" dediği aydını hatırladım. Yazı, Prof. Dr. Nihat G. Kınıkoğlu tarafından kaleme alınmış. Ancak burada, Kınıkoğluna "onurlu aydın" damgasını vurmama sebep, yazının iki sayfalık yer tutan giriş bölümüdür. Yazının diğer kısmı Kınıkoğlu’nu "Bilimadamı" yapıyor ama girişteki satırlarda daha fazla bir şey var. İşte o "daha fazla", onurlu aydınlığın ta kendisi... Şimdi Kınıkoğlu’nun bu ibret ve ışıklarla dolu "giriş"ini, bazı ara başlıklarla sütunlarımıza aktarmak istiyorum. Gerçek islam ve hurafe Müslüman’liği Prof. Dr. Nihat G. Kınıkoğlu İslam’a sokulan hurafelerin etkisiyle Müslümanlar, bilhassa günümüz Müslümanları araçları incelemeyi, ayetleri incelemeye tercih etmişlerdir. Bu nedenledir ki, günümüzün yobazları arasında sakalın büyüklüğü, Allah’ın büyüklüğünden önemli olmuştur. Çağımızın en cahil, en geri toplumları bir zamanlar dedeleri insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran İslam toplumlarıdır. Batılıların, Müslümanların elindeki kaynakları sömürmeye devam edebilmelerinin tek yolu Müslümanların, bilime değil, sakala önem vermeye devam etmesidir. Fanatik düşünceler ve bunlara sahip olan yobazlar, kendileri farkında olmadan kaynakları sömürenlerce desteklenmektedir. Bilim ve teknolojide üstün olan diğer toplumlarca Müslümanların kaynaklarının sömürülmesi, topraklarının ellerinden alınması; İslam’ın, bilimden ziyade sakala inananların etkisi altında kalması, akılların, şeyhlere, hurafelere kiralanması ile mümkündür. Efendilik dönemini çoktan geride bırakan Müslümanlar, petrolleri bittikten sonra yarım uşaklık devrinden tam uşaklık devrine geçerken, ayetlerin incelenmesi emrinin, (bilimin) önemi iyice anlaşılacak, fakat iş işten geçmiş olacaktır. Çağımızın münafıkları ve günümüzün Lawrenceleri bilime sırt çeviren, bilerek veya, bilmeyerek İslamiyet’in geri kalmasına, batı uşaklığına devam etmesine yardımcı olan yobazlardır. Bir olayin öğrettikleri bu yazımı dizi yazı olarak yayınlanması için zaman gazetesine göndermiştim. editör beni aradı, yazının kadınların, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmadığını iddia ettiğini bu nedenle İslam gerçekleriyle çeliştiğini söyledi. Bilimden uzaklaşmanın, Müslümanları nereye getirdiğini göstermek için bundan güzel bir örnek olamazdı. Avrupa’da bin yıl kadar önce, erkeğin ve kadının kaburga kemiğinin eşit sayıda olduğunu saptayan bilim adamının Kudüs’e kadar yürüyerek, gidip gelme cezasına çarptırılmasına neden olan küflü kitaplardaki, küflenmiş kafalardaki bu Tevrat inancı İslam’a mal ediliyordu. editör böyle bir iddianın Kuran’da yer almadığını bile bile inanışında ısrar ediyordu. Aynı yazıyı bir de Cumhuriyet Gazetesine gönderdim. Bu defa, yazım yayınlı fakat iznim alınmadan İslam’ı yücelten ayetler, kaynaklar ve yazının 35i çıkartılarak... Aydın Müslüman olmanın güçlüğünü görüyor musunuz? Fikirlerinizi anlatacak yeri kolay kolay bulamıyorsunuz. Tehlike sinyalleri son günlerde yeni kurulan üniversitelere atanan tanıdığım iki rektörden birisi, çocuklardaki göz bozukluklarına ana-¬babanın harama bakmasının yol açtığını iddia etmekte, bu iddialarını "hadislerle" savunmaktadır. bilimden uzaklaşmak, aklı kiraya vermek bu düzeydeki Müslümanlarda bile İslam’ın esirgeyen, bağışlayan Allah’ını kaldırmış, yerine günahsız çocuklardan intikam alan ilkel bir tanrı inancı getirmiştir. Diğer rektör ise atoma inanmamakta "gözle görülmeyen her şeyi sadece Allah bilir" demektedir. Bayramda bir ilahiyat fakültesi bölüm başkanı Profesör, bulunduğu tarikatta, aynı zama iki yerde bulunanlardan; Ankara’da yatağın içindeki büyüyü bulmak için, Konya’dan getirttikleri bir meczup kadından bahsetti. böyle bir din anlayışı İslam için ne derece zararlı ise islam düşmanları için de o derece yararlıdır kanısındayım. Aslında İslam’ın, onu parlak günlerine döndürecek, bilim ışığındaki çağdaş bir yorumuna en büyük engel yine Müslümanlardır. Örneğin, haccı yılda bir kere gerekli törenler yapıldıktan sonra dünyanın dört köşesinden gelmiş Müslümanların sorunlarının tartışıldığı, çözüm yollarının belirlendiği bilimsel kongre olarak yorumlamak, kralı yönlendiren yabancı güçlerden önce, Kabe’ye elli metre mesafede, kendine Kabe’nin on katı yüksekliğinde saray yaptırıp, sarayında zemzemle yıkanan kralın işine gelmez. kuranı çağdaş yorumlamak onu anlamaya vesile olacağından hurafelerle etrafını yönlendiren şeyhlerin işine gelmez. öğrenmek ve düşünmek, kestirmeden cüppe giyip, zikir çekmekle cennete, gideceğine inanan bugünün tembel Müslüman’ın işine gelmez. Sayıları her gün artan şeyhlerin halkasında zikir çekenler, kuranı kendileri okusalar bileceklerdir ki "güzel sözler o’na yükselir, o sözleri de yararlı iş yükseltir." (fatır 10). Yine Kuran okusalar göreceklerdir ki yararlı iş, insanı bu dünyada daha mutlu, İslam’ı yüce, Müslüman’ı müreffeh yapan iştir. Öreğin, bazılarının yorumladığı gibi cami yaptırmak değil. Mantığın vardığı sonuç da budur. O camiler ki, Resulullah’ın devrindeki işlevini zaten yitirmiştir. bir meditasyon olmaktan çıkmış, borç kabul edilen namazı ödemek üzere acelece girip çıkılan, ara sıra da ölülerin yolcu edildiği mekanlar haline gelmiştir. Allah mi, menfaatler mi? Müslümanların çoğunluğu bugün Allaha değil kişisel çıkarlarına tapmaktadırlar. Kimileri Allaha götürdüklerine inanıyor gibi göründükleri araçları; sakalı, cüppeyi, namazı; kimileri rüşveti, dalavereyi, yeni tanrıları olan kişisel çıkarlarına ulaşmak için kullanmaktadır. Devletin mumunu söndürerek, kendi mumunun ışığı altında kendi yazısını yazan Ömer, İslam topluluğu içinde bir garip yaratık gibi kalmıştır. "yalnız sana inanır yalnız senden yardım bekleriz" deki "sen" artık Allah değil imkânlarından yararlanılacak insanlardır. "yaşamım da ölümüm de senin için" deki "sen", iktidar yolunu açan babalar veya cennet yolunu açtıklarını ileri süren şeyhlerdir. bütün bunlara rağmen islam, insanlığın geleceği için tek ümittir. fakat bugün uygulanmakta olan İslam değil, Resulullah’ın tebliğ ettiği ve o çağa göre yorumunu yaptığı, bizlerin de her çağda yeniden yorumlayarak geliştirip, yücelteceğimiz İslam’dır bu.

 
 
Prof. Dr. Nihat G. KINIKOĞLU
 
Tüm Hakları Saklıdır Copyright © 2009
nihatkinikoglu.com
Bu sitede yayınlanan yazı ve materyaller kısmen veya tamamen izinsiz iktibas edilemez.