Somali Korsanları
7319 kişi okudu  

SOMALİ KORSANLARI                          11,12 Ağustos 2009

Prof. Dr. Nihat G. Kınıkoğlu                                         Dizi yazı

 

Son günlerde medyanın haber kaynağı olan “Somali Korsanları” vesilesiyle Birleşmiş Milletler Endüstriyle Kalkınma Teşkilatı (UNIDO) Baş Danışmanı olarak yıllarca bulunduğum Afrika ve 3.5 yılımı geçirdiğim Somali hakkında bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. 

 

SİYAHLAR VE BEYAZLAR

Afrikalıların kaderini kıtanın doğal ve insan kaynakları çizmiştir. Kaynakların sömürülmesi ve sömürülmeye uygun halde tutulmasının ilk adımları beyaz kâşifler tarafından atılır. Kâşifler doğal kaynaklar, halklar ve yollar hakkındaki bilgileri ile ülkelerine döndükten sonra, zengin tüccarların desteklediği misyonerler devreye girer. Bu arada, edinilen bilgiler ışığında, topraklar (kaynaklar) beyaz krallar ve kraliçeler tarafından harita üzerinde paylaşılır. Misyonerlerin amacı yerel halktan sömürülmeye yardım edecek insanların kazanılmasıdır. Yeteri kadar insan dini inançla bağlanıp, kabileler arasında ilerde yararlanılacak ihtilaf konuları yaratılarak, insan alt yapısı oluşturulduktan sonra tüccarların işgali başlar. Dördüncü aşamada, tüccarların ülkelere kazandırdıkları zenginlikleri korumak için asker gönderilerek işletmeler koruma altına alınır. Son aşama, sömürücüye pahalıya mal olan beyaz askeri gücün ülkeden çıkartılmasıdır. Ekonomik zincirler cahil halkın kıramayacağı kadar kuvvetli hale geldikten sonra bu aşamaya geçilir. Genellikle misyoner rahipler tekrar devreye girerler, özgürlük için sömürücülere karşı direniş başlatılır. Halk özgürlük dedikleri şeyi kazanır, bayram yapar. Bundan sonra sömürücülerin ekonomik çıkarlarını, sömürüldüklerinin farkında olmadan kendi askerleri ile kendileri savunurlar.

Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu. 

Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta

Bütün bu aşamalarda esas olan sömürüdür. Bu amaçla ülke sınırları kabileler arası ihtilafların sürekliliğini sağlayacak şekilde çizilir. Sömürünün engellenmemesi için halk cahil bırakılır, sömürü düzeni kurulduktan sonra cehalete yardımcı olan ilkel inanışlar, kültürel hakları koruma adı altında teşvik edilir. Bütün bunlar yetmiyorsa içki, uyuşturucu gibi alışkanlıkların önü açılır, toplama kamplarında tel örgüler içinde yaşama zorunda bırakılır (ABD örneğinde olduğu gibi). Hatta daha ileri gidilerek biyolojik saldırı ile hastalık yayılır (Brezilya’da Amazon yerlilerine yapıldığı gibi) veya kısırlaştırılır (İsveçlilerin Tatar toplumuna yaptıkları gibi) veya çocuklar ailelerinden alınıp melezleştirilerek ırk eritilir (Avustralyalıların Aborijinlere yaptıkları gibi) veya suni etnik ayrılıklar oluşturularak ihtilaflar yaratılır (Ruanda’da Belçikalıların yaptıkları Tutsi-Hutu renk ayırımı gibi).

1885’te Berlin Konferansı ile Belçika kralı II. Leopold’e verilen Zaire’de (şimdiki adıyla Demokratik Kongo Cumhuriyeti), Belçikalı tüccar çiftçiler köylerden topladıkları, köylerinden uzaktaki tutsak yaşama alışamayan insanları birkaç ay kullanıp ölüm ormanına terk ederek, ülkenin nüfusunu dört yılda 30 milyondan 9 milyona düşürmüşlerdir. Skandal sömürenlerce bile dayanılmaz hale gelince ülke II. Leopold’den alınıp Belçika hükümetine verilmiştir.

Zaire 1964’te bağımsızlığına kavuştuğunda, dünyanın en zengin bakır ve çok zengin elmas ve krom madenlerine, Türkiye yüzölçümünün iki katı büyüklüğündeki ormanları ve dünyanın debisi ikinci büyük nehri Kongo’ya rağmen dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi. Zaireliler bu kaynaklara sahiplenecek durumda değillerdi, çünkü ülkede Zaireli sadece beş yüksek okul mezunu vardı ve onlar da kaynakları ele geçirmiş olan yabancı şirketlerin adamlarıydı. 

1. Dünya Savaşı’ndan sonra Ruanda’nın yönetimi de Belçika’ya verildi. O güne kadar ülkede birlikte yaşayan Tutsi ve Hutulara farklı kimlik belgeleri verildi. Hutuları kahve tarlalarında kırbaç zoruyla çalıştırırken, azınlıktaki Tutsileri bekçi yönetici yaptılar. Hutulara sosyal haklar ile eğitim ve işe alınma konusunda engeller yaratıldı. Sonunda ülkede asrın en büyük katliamlarından biri yaşanırken BM ve diğer ülkeler seyirci kaldılar.

Afrika halkı binlerce yıldır kabileler halinde yaşamıştır. Bu gelenek bu gün bile son derecede canlıdır ve sosyal yapıya egemendir. Afrika’nın değişken ve zor yaşam koşullarında kabile bir sosyal sığınak olarak yaşamları kolaylaştırmış, bireylerine güvence altında yaşama olanağı sağlamıştır. Afrika’da gerçek sınırları kabilelerin yaşam alanları belirler.

Avrupalı kendisinin, bir devlet bayrağı altında, yöneticilerin seçimle iş başına geldiği bir yaşam tarzına son bir kaç yüz yılda ancak ulaşabildiğini ve bu yolda milyonlarca insanını kaybettiğini, kanlı savaşlar yaptığını unutarak, Afrikalıya doğru olanın her koşulda kendi değer yargıları olduğunu kabul ettirmek istemektedir. Bir Afrikalı Afrika’daki yaşam biçimi hakkında ne kadar bilgili ve Avrupa’daki yaşam biçimi hakkında ne kadar cahilse, bir Avrupalı da Avrupa’daki yaşam biçimi hakkında o kadar bilgili ve Afrika’daki yaşam biçimi hakkında o kadar cahildir. Aslında Avrupalının Afrika’ya kendi değer yargılarını dayatmasındaki asıl neden bu cahillik değil, bilmediği ortamda sömürüyü kontrol edememek endişesidir.

Kendi ülkelerinde yüz yıllardır despot krallarla yönetildikten ve ancak halk belirli eğitim ve bilinç düzeyine yükseldikten sonra demokratik sisteme geçtiklerini unutan beyazların, demokrasi diye milyonları öldürme pahasına dayattıkları düşüncenin arkasındaki gerçek neden budur.

Tarihçiler, Batı Afrika’da Zaire’den Nijerya’ya bu günkü on komşu ülkede beyazlar girmeden önce üç yüz yıl hiç bir kabile savaşının olmadığını, kabile reislerinin toplanarak aralarındaki ihtilafı halletmeden ayrılmadıkları çeşitli toplantılar yaptıklarını söyler. Bu barış beyazların gelmesinden, kabileleri birbirine düşürmesinden ve ahlaki kuralların yozlaştırılmasından sonra bozulmuştur.

Afrika’da bugün bile devam eden kargaşalar ve iç savaşlar, sömürü düzenine baş kaldırma, sömürenlerin menfaatleri engelleme ihtimaline karşı gizli örgütler tarafında yakılan ateşlerden çıkmakta (Siad Barre’nin devrilmesi ile ortaya çıkan karışıklık gibi), ülkeler kaynakları sömürme yarışındaki çekişmelere kurban olmaktadırlar (Somali’nin tarihi boyunca eklenen, koparılan parçalarla bölünmesi gibi). Çoğu kez, Afrika’nın suni devletlerinde batılılarca diktatör olmakla suçlanan bir kabile reisinin (petrol zengini krallar batılların çıkarlarını korudukları müddetçe bu suçlamaların dışındadırlar), aslında suçunun kabileleri bir devlet bayrağı altında toplamak, ülkesinde cehaleti azaltmak, sömürüye karşı bir uyanışa neden olmak olduğu görülmektedir. Bu uyanış tehlikeli sınırlara gelince kabile reislerinin ihtirasları alevlendirilerek iç çatışmalar başlatılmakta (Somali, Ruanda örneğinde olduğu gibi), kaynakları sömürmek için demokrasi vb. getirme bahanesiyle ülkeler işgal edilmekte (Irak örneğinde olduğu gibi) veya ambargo ile insanların ölümü pahasına yönetim değiştirilmek istenmektedir (Zimbabve örneğinde olduğu gibi).

Bütün bunlar olurken sömürenlerin elindeki medya devrededir. Ülkelerinin ve diğer ülkelerin aydınlatılan (!) aydınları, olayları aydınlatıldıkları gibi yorumlayarak dünya çapında sömürücülerin bir sonra atacakları adımlar için gerekli kamuoyunu oluştururlar.  Biz de, halkı bir arada tutmaya çalışan, kaynakların beyazlar tarafından sömürülmesine karşı çıkan Siad Barre gibi insanlara diktatör, hatta yamyam (İdi Amin) deriz sayfalarca.

 

SOMALİ DEVLET BAŞKANI SİAD BARRE

Daarood ana kabilesinden Siad Barre 1969 yılında devrim ile başa geçti. Tarih boyunca Somali ülkesini paylaşan her sömürgeci, kendi bölgesinde kendi dilini kullanmaktaydı. Siad Barre ilk iş olarak yönetimi altında bulunan bölgede eğitim dili olarak Somaliceyi zorunlu kılarak halkın dili ile farklı bölgelerde sömürgecilerin farklı dilini kullanan yöneticilerin dili arasındaki uçurumu kapatmak istedi. Latin alfabesini kullanarak Somaliceyi ilk defa yazılı hale getirdi. 1972 yılında bütün memurların altı ay içinde Somaliceyi okuyup yazar hale gelmeleri zorunlu tutuldu ve kısa zamanda okuma yazma oranı % 1 den %20’ye çıkartıldı.

            Bu arada Siad Barre bir taraftan da sömürgeciler tarafından üstlerine yer hazırlamak için bölünmüş bulunan (Somali’den alınan?) Somali ülkesinin kuzeyindeki Cibuti bölgesi ile Etiyopya’daki Ogeden bölgesinde ve kuzeydoğu Kenya’da yaşayan Somali halklarını ve topraklarını birleştirmenin planlarını yapıyordu. Sovyetlerin desteğini alan Barre, Ogeden’in çoğunu ele geçirdi. Bu arada Sovyetlerin kendilerine daha iyi üs imkânı sağlamayı vaat eden Etiyopya’yı destekleme kararı alması üzerine, komünist blok Etiyopya’nın yanında yer aldı ve on bin Kübalı askerin yardımı ile Somali ordusu Ogeden’den çıkartıldı.

            Barre’nin savaştan sonra Sovyet danışmanlarını ülkeden çıkarması üzerine ABD,  askeri ve ekonomik yardımla (!) devreye girdi. Fakat zamanla, yardımlarına rağmen ülkenin çıkarlarını ön planda tutarak taraf değiştiren Siad Barre’nin kendisine mutlak olarak itaat etmeyeceğini anladı.

            ABD ve Sovyetler arasındaki mücadele, destekledikleri kabileler arasındaki mücadeleye dönüştü. Sovyet yardımı alan Etiyopya’nın desteklediği Isaaq kabilesi Reisi Abdullah’i Yusuf’un Somali Ulusal Hareketi başkaldırmaya dönüştü ve Siad Barre iktidardan uzaklaştırıldı. Siad Barre döneminde, Mogadişu’da gece yarısı bir genç kız güvenle dolaşabilirken; ülke bu güne kadar içinden çıkılamayan, yüz binlerce insanın kurşunlardan ve açlıktan öldüğü bir kargaşaya sürüklendi.

Siad Barre güneybatı bölgesindeki Marehan kabilesi yardımı ile iki defa iktidarı ele geçirmeye çalıştıysa da başaramadı. Kenya’ya, oradan da Nijerya’ya geçti. 1995 yılında kalp krizi sonucu vefat etti.

 

SOMALİ HALKI

Yazın kuruyan iki nehrin suladığı nehir boyları hariç bir çölden ibaret olan Somali doğal kaynaklar bakımından fakirdir. Somalililer nehirleri kurutan yaz aylarında nehirlerin dibini kazarak, balçık gibi suyu içerek ve kemikleri fırlamış, sağ kalabilmiş birkaç hayvanına içirerek bir dahaki yağmur mevsimine kadar hayatta kalmaya çalışırlar. Deve yoğunluğu en fazla olan ülkedir. Develer onların sadece taşıtı değil, sütüyle, etiyle en önemli gıda kaynağıdır ve bu mevsimleri ölümsüz atlatan tek hayvandır. İtalyan firmalarınca ülke dışına pazarlanan çok lezzetli muzundan, papayasından, mangosundan, greyfurtundan halkın çoğu yararlanamaz. Sahillerinde balıklar ve ıstakozlar İtalyanlarca avlanır ve Somalililer bu zenginliklerinden de pek az pay alırlar. Somalililer beyazların yıktıkları ülkelerinde yaşamak için, var olmak için savaşmaktadırlar.  Benim bulunduğum sürede Shell petrol araştırması yaptırmış, petrol bulunamamıştır.

Halk Müslüman’dır fakat yobaz değildir. Aralarında, Arap Birliğine girdikten sonra gönderilen El Ezher Üniversitesi mezunu, yerlere kadar sürünen yeşil kaftanları ile sokaklarda çalım satarak, etrafını küçümseyerek dolaşan imamlardan etkilenmiş birkaç yobaz vardır o kadar. Halk genellikle bu yobazları da, kendilerine tepeden bakan, müziklerine, danslarına, giyimlerine karışan El Ezherli imamları da hiç sevmez. Müzik Afrikalının her şeyidir. Bir kamyondan çuvallar bile melodilerin temposuyla indirilir.

Kabileler, Afrika’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi Somali’de de çok önemlidir. Devlet kavramı, Afrika ülkelerinin çoğunda olduğu gibi Somali’de de yerleşmemiştir. Örneğin, Somali’de askere alma, yılın bazı aylarında sokaktan geçen askeri kamyonların yakaladıkları gençleri kamyona atması şeklinde olur ve bu gençlerin çoğu fırsat bulunca askerden kaçarlar.

Somali’nin diğer Afrika ülkelerinden en belirgin farklığı, insanlarının fizikî güzelliğidir. Somalili kızların çoğu, birer uluslar arası manken İman gibidir. Kadınların güzelliklerini, giysi olarak vücutlarına sardıkları renk cümbüşü halindeki ince bir kumaş olan dirah ve başlarını kısmen örten renkli bir şal tamamlar. Eller ve ayaklar kına ile yapılmış çiçek desenleri ile süslenir. Erkekler genellikle gömleklerin altına peştamala benzeyen maaviis giyerler ve onlar da ince uzun yapılarıyla ırklarının özelliklerini taşırlar.

Kadınlar her yerdedir. Bir greyderin şoförü veya bir devlet dairesinin genel müdürüdür. Arap Birliğine girdikten sonra okullardan resim dersini kaldıran, erkek kadın gençlerin arife ve bayram günleri meydanlarda yaptıkları dansları yasaklayan (askerlerin oyunları basarak gençleri tutuklamalarına rağmen devam etmektedir) Suudilerin baskısına rağmen kadınlar toplumdan soyutlanamamıştır. Somalili onurludur, yüz yıllardır dış güçlerin baskılarına direnmiştir. Amerikan güçlerini ülkelerinden kovma başarısını Iraklılar değil Somalililer göstermiştir.

Somali’de bulunduğum sırada Gebze’deki eşimle telefonla görüşmek için postanede sıra bekliyordum. Birden “İstanbul, İstanbul” diyen bir çağrı duydum. Ben İstanbul değil Gebze’yi yazdırmıştım. Telefona yaklaşırken telefonun bir genç kıza verildiğini gördüm. Kızın adı İstanbul’du. İstanbul sevilen bir kadın adıdır Somali’ de. Bunun nedeni Halifenin şahri olması ve bir süre Mogadişu’da kalarak Etiyopyalılarla savaşan Somalilere yardım eden Osmanlı Paşasının, Mogadişu’nun birçok semtinde o günlerde hâlâ kullanılmakta olan suyollarını döşemesidir sanırım.

 

 

TÜRKİYE’NİN AFRİKA’DAKİ ROLÜ

Batılılar Afrika’ya teknik yardım projeleri ile etkili olmaya çalışırken, Çin ve Hindistan yardım projelerinin yanında ve bu yardımların sağladığı atmosferden yararlanarak Afrika pazarında söz sahibi oldular. Kim yaparsa yapsın bütün yardımların asıl amacı, daima kaynakları sömürmek veya sömürmeye hazırlık oldu. 1982 yılında henüz karışıklıkların başlamadığı bir zamanda, Somali’ye ilk gidişimde, bir dökümhanede bir ABD yardımı projesine tanık oldum. Projedeki ABD’li yönetici ve proje ekibindeki Somalililer bütün Somali’yi ev ev dolaşıyor, evlerde yakılan ağaçlardan örnek topluyor ve bu dökümhanede içlerindeki nem miktarını belirliyorlardı. Bu projenin ülkenin demografik yapısını ve olanaklarını belirlemekten başka ne amacı olabilirdi? ABD ilerdeki girişimleri için ilk adımlarını atıyordu.

Türkiye’nin Afrika’ya ilgisi 1990 yılında Türkiye’nin Somali’ye yaptığı1 milyon dolar tutarında gıda yardımı projesi ile başladı. O sırada Afrika’daydım ve Dışişleri ve DPT’ye, gıda yardımının geçici olduğunu, uzun süreli ve Somalililerin kendi ürünlerini kendilerinin üretmesinin amaçlandığı bir yardımın daha yerinde ve kalıcı olduğunu belirten bir rapor yazdım ve DPT bünyesinde bir Türk İşbirliği Ajansı’nın (Turkish Agency for Cooperation, TAC) kurulmasını önerdim. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı’na, bu ülkelerde Sümerbank’ın mağazalar açarak, Çin’in ve Hindistan’ın yaptığı gibi, mağazalardaki elemanları aynı zamanda ticari istihbarat elemanları olarak kullanmalarını önerdim. Dışişlerinden hiçbir yanıt alamadım.

DPT ilgililerinin yakın desteğiyle DPT bünyesinde TAC’ı kurdum. TAC’ın Gelişme Projeler, Danışmanlık, Eğitim ve Gönüllüler şeklinde dört alanda Afrika’ya ve gelişmekte olan ülkelere yardım yapması planlandı.

Eğitim konunda birçok ülkeyle anlaşma yapıldı. Yurt dışına çeşitli alanlarda eğitim görmek üzere gönderilen öğrencilerin geri dönmemeleri veya döndükten sonra ofis hizmetlerini tercih etmeleri, bu ülkeleri bilhassa yüksek lisans düzeyinde eğitim için yurt dışına öğrenci göndermekten alıkoymaktaydı. TAC’ın projelerinden biri, Afrika’nın sorunlarını göz önüne alarak, gelişmekte olan ülkelerin elemanlarının iş yerlerinden ayrılmadan eğitilmesini amaçlamaktaydı. Dışişleri Bakanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve YÖK ilgililerinin katılımıyla onaylanan ve 2.5 milyon dolarlık parasal desteği gerektiren projenin gerçekleştirilmesi kararının arkasından 1991-92 yılları arasında bir çok Afrika ülkesine bu amaçla burs önerildi, Türkiye ile bu ülkelerin yetkilileri arasında ikili uluslararası anlaşmalar imzalandı.

Bu bursların ne derece önemli olduğuna örnek olarak:

Zaire'nin Türkiye'nin önerdiği 1 milyon dolar yerine 60 adet bursu tercih etmesi ve Zaire Hükümeti ile bu konuda yapılan anlaşma,

Botswana Dışişleri Bakanının Türk heyetinden verilecek ilk bursların sayıları dördü bulan lisans eğitimli dışişleri personeline ayrılması ricası ve Botswana Hükümeti ile bu konuda yapılan anlaşma,

Tanzanya Sanayi Bakanının verilecek ilk bursların Sanayi Bakanlığı personeline ayrılması ricası ve Tanzanya Hükümeti ile yapılan anlaşma,

Çad Hükümeti ile yapılan anlaşma,

Zambiya Hükümeti ile yapılan anlaşma,

Sudan Hükümeti ile yapılan anlaşma gösterilebilir.

Eğitilmesi istenen personel, bakanlıkların üst düzey personeli olup gelecekte alınacak uluslararası kararlarda önemli rol oynayacak kişilerdi. Bu personel iş yerlerinden uzun süre ayrılmadan eğitilecekleri için dört yıl süren eğitimleri sırasında Türkiye'yi tanıyacak, Türkiye ile yakın bir ilişki içinde bulunacaklardı.

Yine programın ayrıntılarında görüleceği gibi eğitilen personel kendi iş alanlarında ülkelerinde karşılaştıkları sorunları, her yıl iki defa eğitimi organize eden merkeze yazılı olarak bildireceklerinden, kuruluşlarımızın ve bu ülkelerin pazarlarına girmek isteyen sanayicilerimizin yararlanacağı büyük bir istihbarat ağı meydana gelecekti.

İmzalanan antlaşmalara rağmen, Türk hükümetleri Afrika’yı 2.5 milyon dolara değer bir önemde görmediğinden, bu proje gerçekleştirilememiştir, imzalar unutulmuş, verilen sözler tutulmamıştır.

Afrika’nın önemi ancak son bugünlerde anlaşılmış olacak ki Ankara Üniversitesinde Afrika Araştırmaları Merkezi kurulmuştur.

Bu merkezin kurulmasında emeği geçen herkese bu vesile ile teşekkürü bir borç bilirim.

 

SOMALİ KORSANLARI

Somalililer yabancıların yüzyıllardır karada yaptıkları korsanlıkları örnek alarak denizde korsanlık yapmaktadırlar. Yapılan, yabancıların ülkelerinde yarattığı kargaşa ortamında yaşama, var olma savaşıdır.

Buna rağmen, bu korsanlık olayının gerisinde yine beyazların tezgâhları olup olmadığını, bir şekilde beyazların kendi çıkarları için bu insanların alet edilip edilmediklerini düşünmeden edemiyorum.

   
Ekleme: 23 Ekim 2009, Cuma 7319 kişi okudu  
 
 
  Yorumlar Henüz ( 0 ) adet yorum bulunmakta  
Bu Yazıya İlk Yorumu Siz Ekleyin
 
 
Prof. Dr. Nihat G. KINIKOĞLU
 
Tüm Hakları Saklıdır Copyright © 2009
nihatkinikoglu.com
Bu sitede yayınlanan yazı ve materyaller kısmen veya tamamen izinsiz iktibas edilemez.