Camiler ve Cemevleri
6029 kişi okudu  

Din ve Şeriat 

Arkeolojik ve antropolojik bulgular, tapınaklar, mezarlar ve törenle gömülen ölüler bize insanların ilk çağlardan beri kaderleri üzerinde etkili olan güç veya güçlerin varlığına inandıklarını göstermektedir. İnançların, tapınakların, ibadetlerin (ritüellerin) ve tapınakları yöneten, ibadet ve yaşam biçimini (şeriatını) belirleyen yol göstericilerin varlıklarının önemli bir nedeni, bunların sağladığı düzenin, toplumların güç koşullarda var olabilmelerine yardımcı olmasıdır.

Kuran, “Hiç bir kavim yoktur ki ona bir yol gösterici göndermiş olmayalım” ayeti (Fatır 24) ile dünyanın her köşesinde sosyal düzeni kuranları Allah’ın yol göstericisi (peygamberi) olarak kabul etmiştir. “Her birinize bir şeriat, bir yol verdik” ayeti (Maide 48) ile tüm bu kavimlerin, inanışlarını, yaşam yollarını, ibadetlerini, diğer bir deyişle, şeriat kurallarını onlar için geçerli kabul etmiştir. 

            Her devirde ve coğrafyada dinlerin şeriat kurallarını belirleyen, bulunulan kavmin kültürü olduğu gibi, İslam’ın Kuran’da yer alan şeriat kurallarını belirleyen de İslam’ın tebliği devrindeki Arap halkının ve İslam peygamberinin kültürü olmuştur.

            Dinin esasları (inancın ahlak kuralları ) ile şeriatı (bu ahlak düzeyine ulaşmayı sağlayacak ibadetler ve sosyal ilişki kuralları), birbirinden farklı şeylerdir. Bu İslam için de böyledir, kanıtı “Bu gün dininizi tamamladım” ayetinden (Ma’ide 3) sonra hukuki ayetlerin (şeriatın) tebliğ olmaya devam etmesidir (1).

Dinlerin şeriatları bulunulan çağa ve yere göre daima değişmiştir ve dinlerin varlıkların sürdürebilmesi için değişmek zorundadır.

Kuran’ın değişmeyen ilkeleri, Allah’ın varlığı ve tekliği ve tüm dinlerde müşterek evrensel ahlak ilkeleridir. Kuran’daki şeriata ait emirlerin zamanla değişebileceğinin güzel bir örneğini Hz. Ömer vermiştir. Kuran’da devlet hazinesinden her sene Müslüman olmayan fakat Müslümanlığa kazandırılacaklara bir pay ayrılması emri vardır (Tövbe 60). Hz. Ömer halife olduğunda kendisine pay için başvuranlara Kuran’ın emrine rağmen pay vermemiştir (2).

Yunus’un “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü.” sözüyle, tek bir cümlede tanımladığı İslam’ın evrensel ahlak kuralları diyebileceğimiz din esaslarına, bulunulan devirde hangi araçlarla daha iyi ulaşabilirse Müslüman için o araçlar tercih edilen ibadet ve şeriat kurallarıdır. Şeriat ve ibadet kurallarını değişmez şekillere bağlamak şeriata ve kurallara tapmaktır. 

Camiler, İmamlar ve Namaz  

İslam peygamberinin devrinde mescitler içinde zamanı geldiğinde toplu halde namaz kılınan, toplantıların yapıldığı eğitimin verildiği halk evleriydi. Günümüzde namaz zamanları birkaç kişinin bir köşesini doldurduğu, ölülerin yolcu edildiği,  çoğu gecekondu mühürleri çirkin yapılı camilerin İslam’ın mescidi ile hiçbir benzerliği yoktur. Şu olay bunun en çarpıcı örneğidir:

Hadisler peygamberin mescitte oyun (raks) oynayan Habeşileri ve Sudanlıları Hz. Ayşe ile birlikte seyrettiğini anlatmaktadır (3). Mescitte oyunu tenkit eden Hz. Ömer’e peygamberimiz  “Bizim dinimiz müsamaha dinidir, bizim mescitlerimiz kiliseler ve havralar gibi üzüntü yeri değil, neşe yeridir” yanıtını vermiştir. Bu olay bile başlı başına İslam’ı nereden nereye getirdiğimizi göstermektedir. Peygamberin mescidi ile camiler ve cem evleri; ilk havra ve kiliseler ile günümüz havra ve kiliseleri incelenmeli, İslam’ın çağımızdaki ibadet yerleri ve işlevleri yeniden tanımlanmalıdır.

Hıristiyanlık gibi ruhban sınıfı olmayan İslam’da, namaz her yerde kılınabilir. Tanrısı ile inananları arasına başka kimseyi sokmayan İslam’ın bu özelliği maalesef diğer bir çok özellikleri gibi anlaşılamamış, imam, molla, dede diye adlandırılan yeni bir tür  ruhban sınıfı yaratılmıştır. Artık devlet bütçesinden bir çok bakanlıktan fazla pay alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve bilhassa imamların varlıklarının nedenleri de tartışılmalıdır. Bir zamanlar Tanrıları ile ilişkiden sorumlu olarak görev yapan Hıristiyan rahipler çağın gereksinimlerine göre değişmiş, birer sosyal yaşam danışmanı olmuşlardır. Camiler var oldukça İslam’ın da imamları olacağına göre onlara günümüz yaşamında namaz kıldırmak, insanları cehennemle korkutmaktan başka görevler vererek varlıklarına sosyal ve ekonomik bir gerekçe yaratmamız zorunludur.         İstanbul’da, Erenköy’de, Cuma namazında, 900 yıl yaşındaki Hızır ile Tanrı arasında Azrail’in yaptığı daha uzun ömür pazarlığını anlatan, o gün bir çok insanın “Bu ayak kokusunu bu palavralar için mi çekiyoruz?” demelerine neden olan imam gibi imamların da, ayak kokan ibadet yerlerinin de İslam içinde yeri olmamalıdır.

İslam’da, bütün ibadetler gibi namaz da insanın mutluluğunun bir aracıdır. Müslümanların Tanrı’ya ve yarattıklarına karşı sevgi ile dolup taştıklarını hissettikleri bir duygusal süreçtir. Aceleyle ödenen bir borç değildir.

İlk Müslümanlar namazı kadın erkek karışık kılmışlardır. Fakir vücutlarına saracak bez parçasını güçlükle bulan bu insanların secde halindeki durumları istenmeye istenmeye kadınların ayrı saflarda (zamanla ayrı bölmelerde) namaz kılmaları sonucunu doğurmuştur. İslam’ın tüm ibadet şekilleri gibi namaz da çağa ayak uydurmak için değişmek zorundadır.  Aslında, günümüz yaşam koşullarının etkisiyle bir bakıma herkes kendi yorumunu yaparak değiştirmektedir de. İslam topluluklarında namaz kılanların oranına bakarsanız. herkesin kendine göre kılmamak veya ara sıra kılmak tercihini yaptığını görürsünüz.

Hıristiyanlığın ilk devirlerinde ibadet şekilleri ve yerleri bu gün uygulandığı gibi değildi. Kiliselerde, sıralar da, müzik de yoktu. Rahipler insanları cehennemle korkutanlar, kiliseler insanların cehennemle korkutulduğu mekanlardı. Hıristiyanlıkta, bu günkü ibadet şekillerini çağa uyum belirlemiştir. İslam da var olabilmek için şeriat kurallarını değiştirmek, çağa uydurmak zorundadır. Bunu yapmaya çalışanlar tenkit edilmemeli, bilakis bu ortamda  cesaretleri takdir edilmelidir. Medyada, kadın erkek birlikte namaz kılmayı İslam’ı Hıristiyanlaştırmak gibi görenler İslam’ı anlamayanlar, putlaştırdıkları şeriat kurallarına tapanlardır. İslam da baş örtüsünün zorunlu olduğu konusu ise tartışmaya açıktır (4).

Çin’deki Hıristiyan sayısı 300 milyona (nüfusun dörtte biri) ulaşmış, bu ülkede sadece geçen yıl 2 milyon kişi Hıristiyanlığı seçmiştir.Çinlilerin yurttaşları Uygur Müslümanlarının dinini seçmeyip de Tanrı’nın bir oğlu olduğunu iddia eden bir dini tercih etmelerinin nedeni üzerinde düşünmek gerekir.

İslam’ın Tanrı tanımı, bir yaratanın varlığını kabul eden bilim adamlarının yaratan tanımı ile uyuşmaktadır. İslam, eğer asıl değerleri, amacı ve “Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim.” diyen peygamberi anlaşılacak olursa çağın ve çağların dini olacaktır. Fakat bunun olabilmesi, şeriat (ibadet) kurallarının, amacı bulunulan çağın koşullarında en iyi gerçekleştirecek şekilde değişebilme yeteneğine bağlıdır. Hz Ömer’in davranışı (2), Kuran’da içki ile ilgili emrin Kuran’ın tebliğ edildiği zaman diliminde bile değiştiği göz önüne alınarak, bu değişim denemelerini yapanlar, dini Hıristiyanlaştırma gibi akıl almaz suçlamalara maruz bırakılmamalıdır. İslam, kadın erkekle yan yana ibadet etti diye Hıristiyanlaşacak kadar basit bir inanış değildir. Müslümanlar için tehlikeli olanlar bunu yapan kişiler değil, bu basit kuralları İslam diye gösterip, onun ahlak ve sevgi temelini göz ardı edenlerdir. 

(1) Prof. Dr. Mehmed Hatipoğlu, İslamiyat Ekim 1998.

(2)Teberi Tefsiri 10. Cilt, 162-163).

(3) Süleyman Uludağ, İslam Açısından Musiki ve Sema, Uludağ yayınları, Bursa, 1979.

(4) Din, Şeriat ve Örtünme, Nihat G. Kınıkoğlu, Cumhuriyet 25 Şubat 2005

   
Ekleme: 17 Ekim 2009, Cumartesi 6029 kişi okudu  
 
 
  Yorumlar Henüz ( 0 ) adet yorum bulunmakta  
Bu Yazıya İlk Yorumu Siz Ekleyin
 
 
Prof. Dr. Nihat G. KINIKOĞLU
 
Tüm Hakları Saklıdır Copyright © 2009
nihatkinikoglu.com
Bu sitede yayınlanan yazı ve materyaller kısmen veya tamamen izinsiz iktibas edilemez.